Maun suresine rağmen; öylesine ustaca namaz kılabiliyoruz ki cennet kapıları bir bir açılıyor, mâna deryalarında kulaç atarken tespih evliyalığında zirve yapıyoruz. Bu kadar yetenek, ibadetin şanında görülmüş şey değil… İnsanlığı sormayın bile! “İslâm’la şereflenmiş olmak kaidesi kâfi!” diyen insanlara “Önce, İslâm kaidesiyle yani kendinle barış” diyesim geliveriyor! Ehlibeyt’in “aşk davasını” anlamak istemeyen “Molla Kasım’lar” var ya… Hah işte! Bana göre; “yok oluş sırrının” büyüğünü onlar taşıyor! Soy bilgisi koptu gitti ya geçenlerde ve hâlâ gündemde… Ha Selanikli olmuşsun ha Yozgatlı ne fark eder, oysa?
Siz şükredin “Mânevi Soy Bilgisi” verebilecek bir kurum yok! Yoksa kiminin mânâ kablosu Hz. Ali‘ye; kimininki Muaviye‘ye; cümbüşü o zaman gör, alimallah!
“Her doğru, herkese, her zaman, her yerde söylenmez!” kaidesi vardır tasavvufun gönül meclisinde… Bundan mütevellit “sır yoktur” demek makuldür ve aslında “Ya ‘zamanı’ vardır; ya ‘sadrın’ dardır” diye düşünülebilir. Ee! O vakit;
─ Dersin ki: “Sadrım nasıl genişler?”
─ Denebilir ki: “Değil mi ki, kulun gönlüne sığan Allah’tır? Öyleyse sadrın, tabiatı gereği geniştir!”
─ Bu sefer dersin ki: “Tabiatımda genişse, sadrım nasıl daralır! Bu ne iştir?”
Öze giden yol
İşte! “Bu ne bir iştir, ne de bir sır!” Sözle sırlanır bir sestir. Bu sese kul, kulak ile yol bulur… “Kulaktır” ya “Müşteri ancak dile!” Yani “sesten bir yol” dur. Yürüdükçe uzanır gider; durduğunda senden ibarettir. Öze giden yol… O sebeple Hz. Ali Efendimiz “Alem-i Kübra” demiştir ya insana! Lakin insan olmak gerektir, en önce…
Sırlanmak, sır olmak… Sözde hoştur. İnsan bu; ne olduğunu bilmez, düşünmez. Sadrı genişleyendir oysa genişletecek için. Yer, içer… Konuşur, eğleşir… Lakin “idrak” etmez… Yol “idraka” uzanır; uzanır ki sadrını bilesin… Sadrını genişletsin. Yüce Allah âlemde boş yer koymaz!
Koskoca cenneti namaz kılıyorsun diye vermeyecek Allah! Önce bunu kalın kafana yaz, sen yazarken de meselenin asıl boyutuna gelmiş olalım…
Hz. Ali Efendimizin varoluş tarifi
Dünyayı gözünde büyütmek aslında kolay olanı icra etmektir… Oysa idrak edilmesi zor olan “İnsan büyük âlem, kâinat küçük âlem” diye buyuran Hz. Ali Efendimizin varoluş tarifidir.
Âlem sussa “konuşacak cesareti” bulmak, bulunabilecek bir nimet değil! Bir Kerbela meziyetidir ha! İşte! Hz. Ali’yi neden sev(e)mediler? Al sana mânâdan bir kilit… Manevi soyuna sopuna yol bul! Tabii “bulabiliyorsan” cesareti, o yolun kapısını aç!
Dünyaya tutunmak için bir başka demagojik dünya kurmak… Herkesin yaptığı. Nasılsa yaşıyoruz… Nasılsa öleceğiz… Ee? Nasılsa var olduk…
“Hiçbirinizce bilmek” istemiyorum!
Nasıl olduysa; “nasıl” var? Eğip, büküp tuhaf bir varlık bilmecesi çözmeye çalışmak… Ancak yer yüzünde bu kadar tuhaf bir “bilginlik” olabilirdi! Ben bilemiyorum… Ve belki “hiçbirinizce bilmek” istemiyorum! Dediğim şu: “Dünyada, sonrasında… Diyerek devam edeceğimiz bir dünya hayal etmek yerine; tam olarak işte şu an ‘o sonrası dediğimiz an’ demek…” fakat ne mümkün?
İnsan, ölürcesine yaşıyor sanki… Ölümsüz olsa dahi… Soy ağacına baka baka! Ne tuhaf… Ne mübarek soyunuz varmış be?
Bu yazı hakkında düşünceler