Ne hoş bir ironi değil mi? Bilgisizliği, bilgi ile keşfetmek… Aslında Göbeklitepe’den bu yana yapılmış en büyük keşif bu olsa gerek… Ata mirası sözler, bugünün aforizma meraklısı ancak psikolojik durumu depresyon mesabesinde yaşayan tiplere pek bir şey ifade etmiyorken, felsefenin dibini yapıyor aslında.
Ey Göbeklitepe’yi keşfeden bilim! Allah rızası için biz insanlığın sadrında taşıdığı değerleri de keşfet. Hani, geçen hafta kaleme aldık ya Göbeklitepe ile ilgili mucizeyi… Bugün o yazıyı, bu yazıyla geri alıyorum.
Biz insanlar gözümüzün önündeki hakikatleri keşfedemez bir halde olduğumuz sürece Göbeklitepe neyimize? Sayısız Âlim, sayısız kitap, anlatan insan nafile… Biz okuduğumuzu anlayamıyoruz yahu! Adam “haram haramdır” derken insanlığın en büyük keşfini yapmışcasına poz atmaktan da geri durmuyor hani… “Hepsi günahtır” diyerek. Öte yanda, haramı ilişkilendirdiği günahın büyüklüğünü – küçüklüğünü adetlerle, tonlarla ölçeklerken… Bu ölçüyü, ayeti kerimelerde Allah’ın ifadesindeki şiddetten algılayabileceğimizi dile getirince; anlamsız bakışmalar, gereksiz susuşmaların tükettiği ciğerime tam da bu noktada su serpen Anadolu’mun kendine has şivesiyle, böğürerek haykırasım geliyor: “Öyle çok bilirsen ki; hiç bir şey de bilmirsen!”
Cevabını öğrendiğimiz an
Allah aşkına suç kimde? Anlatmaya çalışan mı kabahatli, anlamadığı varsayılması gereken ezici çoğunluk mu hatalı? Neyse ki bunun cevabını öğrendiğimiz an; Göbeklitepe hakikatleri, kara delikler, Tekvir suresinin muhteşem fizik tanımları, Hadid suresindeki demir mucizesi, Yusuf suresinin insan yapısını nefs – gönül – yaşam ekseninde nasıl tarif ettiğini, değer eşitliği (Parite) teorisinin Kur’an’dan birebir kopyalandığını… Zannediyorum ki; nice “gözümüzün önündeki” mucize mesafesinde duran hakikatler, insanlık nazarındaki rafında hak ettiği yere doğru dürüst oturacaktır.
Anlamak mı zor, anlatmak mı bilemiyorum ama yine zannediyorum ki “bilmek” eksenindeki eksikliklerimizi kabul etmediğimiz sürece “anlamak” üzerine geliştirebilecek insani bir yanımız yok!
En şerefli mahlûk olmaya yetmişken…
İnsanı “insan” kılan hakikat Allah’a olan muhataplığıdır. Yani, Yüce Allah’ın hitabı ilahisine cevap verebilmiş olmasıdır. Düşünsenize; tahayyül edemeyeceğiniz bir kudret tüm mevcudatı titreterek “ben sizin rabbiniz değil miyim?” hitabıyla bir soru yöneltiyor… Yaradılmış ne varsa mahlûkat vasfında… İçerisinden sadece insan “Evet” cevabıyla o kudrete muhatap oluyor!
Beyin yakan, idrakleri tüketen, insan olmayı dahi yaradılış üstü bir vazifeye taşıyan tek bir cevap “Evet, sen bizim Rabbimizsin!” en şerefli mahlûk olmaya yetmişken… 4 boyutlu beşeriyet âleminde geçen milyonlarca belki milyarlarca sene sonra:
Teravih namazını alt katta kılıyoruz… Mikrofonla kıldığımız için namazımız oluyor mu? diyen algı seviyesindeki insana dönüşüyoruz. Nasıl?
Gerçekten kafamızın – gönlümüzün içerisindeki algı merkezimizin kutup başları meme yapmış; hafif bir zımpara olayı çözecek de… Hadi neyse! Allah’tan kıyamet var…
Bu yazı hakkında düşünceler