Planlıyoruz falan ya şu hayatı, sözüm ona… Hep “hikâye!” Her şey olacağına matuf bu hayatta… Kimsenin bir halt olduğu da, olabileceği de yok! Hep poz! Gerçek “gerçeği seziyle” görebilecek gönüllerin hakikati sadece. Gerisi, bunca insan hep serzeniş, suret… Başka bir halt değil.
Bazı insanlar… Cehaletiyle, görgüsüzlüğüyle, adapsızlığıyla, boşboğazlığıyla öyle çekilmez oluyor ki; sanırsın ATOMDAN CIMBIZLA ELEKTRON TOPLUYOR!?
Adam, üç beş günahı “put” edinmiş… Onları yapmayınca cennete giriyor ya da girdiğini düşünüyor. Öte yanda g*tüyle köy devirse sorun yok, bu yanda muhtar ya! K*çına biçilmiş donu var! Bir yanda “Allah’ın rahmetine” ulaşanlar, öte yanda “toprağı bol” olanlar… Anlamak gayesiyle: birisi “kavuşmakla,” diğeri “gömülmekle” ilgilidir. Tam bu nokta “İslam’ı idrak etmek” noktası aslında…
İslâm’ın “namus” dışında ne olduğunu anlayamamış devasa bir güruh var. Nereden anlıyoruz bunu? Kızı başörtüsünü açsa kıyamet koparıyor; namaz kılmamış umurunda değil… ?! Şimdi bu adama de ki: “Gönül, insanı Allah’a yönelten hakikattir, günah dediğin bir tas suyla akar gider” ne olur acaba? Düşünmüyorum bile! “Vay şöyle olmuş, böyle olmuş…” Gerek yok! Oysa “…Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Âl-i İmrân 89) tövbenin bir tas sudan farkı nedir?
Korku dünyasına sokulmuş “iman kavramı” karşısında ben, “korkulacak” değil; “sevilecek bir Allah’a” iman ediyorum! Ve gerçekten takke ile takunya arasında kalmış bir zihniyetin “Allah” algısına erişebilmiş değilim… O sebeple de “Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.” (Kâfirûn 6)
Allah’ın rahmetine erişme istidadı
“Allah’ın rahmetine” ulaşmak tamamen bir gönül meziyetidir, anlayıp algılayabildiğim kadarıyla. Yüce Allah’ın bir gönül meselesiyle muhatap olduğunu düşünüyorum “insana.” Fahr-i Kâinat Efendimizin “Yokluk” makamını mucizevi bir şekilde “elestten” gönüllere yansıtması ve dahi tekrar miraçtaki “Sana, sende olmayanı; ‘yokluğu’ getirdim” hitabı ancak bir gönül sırrının yaradılıştaki teşekkülü (biçim kazanması) olabilir. Yani, “yokluğun benlikten arındırılarak Yüce Allah’a takdim edilebilmesi” insan olmak aczindeki yapılabilecek en “insani eylem” olarak idrak edilebilir! Lâkin insan bu gönül meziyetiyle en yüce makama ulaşıp, Allah’ın rahmetine erişme istidadını yakalamıştır. İşte! Efendimiz’in açtığı gönül sırrı, yokluk (hiçlik) makamında “Aşk kapısına” dönüşmüş ve Yüce Allah’ın muhataplığına yol olmuştur… Asırlardır süre gelen bu gönül yolu, dervişleri dile getirmiştir Bizim Yunus misali “Bana seni gerek seni.”
Toplumsal problemlerimizin başında gelen “Adam hacı, çevirmediği fırıldak yok” serzenişi İslam “görünenlerle” ilgilidir… Gönül yolundan uzak düşenlerle yani “Mümin” olanlarla değil!
Fahr-i Kâinat Efendimiz müminin birçok günaha girmiş olabileceğini beyan ederken “Yalanı ancak iman etmeyen kimse uydurur” (Kenzu’l-Ummal, h. No: 8994)
buyurarak, mümin olmakla ilgili “çok net bir kıstas” vermiştir. Tabii çoklarının işine gelmez… O sebeple, bu gerçeği hakkıyla aktaran da zındık oluverir! Anlamak istemezler; insanın sözü de, hal – harekâtı da bir yalan olabilir… Ki “mümin olmak” dairesinden çıkaran bu harekâtla, özünde, zannettiği “dinden çıkmış” olmasın! Cümlenize vesselam!
Bu yazı hakkında düşünceler