Kısa okumalar yaptığım bu sabah; ufocuların, reenkarnasyoncuların zırt-pırt Kuran’a dayanarak lafazanlık yaptıkları ayete dair bir izah ile kadraj blog köşeme not bırakmak istiyorum… Dervişlik.
Ayeti kerime şöyle:
“Yarabbi! Sen yeryüzünde fesat çıkaracak olan kimseyi mi halk edeceksin?” dediler. [Bakara, 30]
Bakın bu ayete nazar eden İbni Arabi Hazretleri, Fusûsu’l-Hikem’in, Âdem Kelimesindeki Hikmet bahsinde ne buyuruyor?
“Melekler, bu halifenin yaratılışındaki sırra eremedikleri gibi zatî ibadet bahsine ait Hakk’ın gerekli kıldığı şeyi de bilmediler…
Çünkü hiç kimse Allah hakkında kendi benliğinin vermiş olduğu şeyden başkasını bilemez. Meleklerde, Âdem’deki topluluklar yoktur. Onlar kendilerine mahsus olan ilâhi isimlerden başkasını bilmediler ve Hakk’ı ancak bildikleri isimlerle tesbih ve takdis etiler…
…Bu itibarla melekler üzerine bizim söylediğimiz şey galebe etti ve bu hal onlar üzerine hâkim oldu. Hâlbuki bu hal Allah ile nizâdan başka bir şey değildi. Bu nizâ da onların yaptığı şeyin aynıdır… Şu halde Âdem hakkında söyledikleri şey, Allah hakkında söylediklerinin bir benzeridir. Eğer meleklerin yaratılışı bu itirazı gerektirmeseydi, Âdem hakkında bunu söylemezlerdi. Hâlbuki meleklerde şuur yoktur. Eğer onlar, nefisleri hakkında bir bilgiye sahip olsaydılar bu hakikati… Anlarlardı ve anlamış olsalardı bu sözden kendilerini korurlardı.”
İşte böyle. Bu konuya kavramsal noktada Haluk Nurbaki de izah buyurmuştur… Şöyle ki;
Meleklerin fesat çıkaracak, kan akıtacak bir varlık halk edilmesinin, “daha öncesinde yine insan yaratılmış olmasından” değil; Yüce Allah’ın “Âdem’i gezin…” emriyle meleklerin Hz. Âdem’deki gönül sırrını görmelerini emretmesindendir.

Doğal olarak reenkarnasyon, uzaylılar, başka insanlar… Aramaya ve anlamlandırmaya değil, gönlün Muhammedî sırrını ve insanı Yüce Allah’a muhatap kılan hilafet makamının izahını kavramakla ilişki kurmaya çalışılmalıdır. Yani gönlü arayıp bulmak meselesidir bu canlar.
İnsanoğlunu, insaniyet hakikatinde muhkem kılacak tek gerçek: Fahr-i Kâinat Efendimizin öğrettiği sevgi hakikatinin mânâsına erişmektir.
Ahvalimizin günahla bezenmesi bizi kulluktan düşürmediği gibi günahının idrakine varabilmek erdemi, kulluğun kapısına ulaştırmaktadır insanı, anlayacağımız üzere. İşte sevgi, en basit kavramıyla bu kapıya “ulaşma gayretinin” manasını “idrak etmek hali” oluvermiş oluyor…
Yüce Allah, gönül sultanlarının sırrını bu mânâya ulaşmak isteyen talepkârlara muhakkak açar. Unutmamak gerektir ki, talep halinde olmak dahi gönül gayreti gerektirir… Bir dervişlik mesabesine yani düsturuna yakınlaşmak gerektir. Değil midir ki; “derviş anı, son ana kadar gözleyen” kişi… Öyleyse “Yaradandan umut kesmeyen kişi” denilebilir dervişe. Meselenin bu yönüyle, kulluğun başladığı mertebede nefslerimizin tazyikini dahi sınıflandırmıştır mânâ ilmi! Nefs-i emmâre, Nefs-i levvâme, Nefs-i mutmaine, Nefs-i mülhime, Nefs-i radiye, Nefs-i merdiye, Nefs-i sâfiye…
Âlemlerin Efendisinin şefaatine sığınmış… Bir kefaletine, beraat arayanlıktır aha bu dervişlik! “Dünyayı” beşerliğinde misal kılmaktır ya, yani; “sarık misali kefen yapmaktır” sırtına… Öyle ki, Belagerdan (Hz. Hüseyin) yoluna cem olmak davasıyla perçinlenen ama en başında meselenin “Aşk varsa kusur yoktur!” kapısını anlamaktır gönül işi… Yani Allah davasıdır, anlayabilen için ve tam da şunu anlamak meziyetidir: “Kusur dahi Yüce Allah’a naz makamıdır!” diyen mutasavvıf, gönül ehlini.
Döne dolaşa şu “benlik…” Evet, Hz. Âdem’i anlamakla başlayan bir yolculuk bu… Bir hatasıyla; durup dem tutmaktır; bir sarhoşluk, bu dava işi… Sırra bezenmiş perdeyi yırtmak, bir dünya oyunuyla… Dağ başında değil halk içinde “benlikten soyunmaklıktır” anlayacağınız.

Aşk işidir dervişlik…
Ve varoluş gerçeklerinin “başka başka yarattıklarından deneyimlenen bir ilahi kudretin varlığı” sanrılarındaki “insansı” aymazlıkta değil; manen gönül boyutunun gerçek şahitliklerini deneyimlemektir.
Derviş kişi raziyet makamında; günahıyla, sevabıyla durabilen kişidir.
Kısacası; bu davayla bezenen imân daha bir ötededir… Lafla gönülde durmayan; günahla kabından çıkmayan!
Ufocuların, reenkarnasyoncuların… Bilmem kaç çeşit gelişimcinin ve polemikçinin zırvalığıyla hâkikati idrak etmeyi bir kenara koyup, gönülden uzak düşmüş, el alem mertebesindeki kaidelerini giyinmeye başlarsınız… O vakit “vay” halinize.
“Gönlünde zerre kadar mânâ yumuşaklığı kalmamış, dünyalıktan başka konuşacak gerçek bulamayan” yani “dünya malı” olup gitmişsiniz demektir.
Bu yazı hakkında düşünceler